Sözlük anlamıyla "ikişer, ikişerlik" demek olan mesnevî aslı Arapça olduğu halde Arapçada kullanılmayan bir kelimedir. Edebiyatta aynı vezin
Sözlük anlamıyla "ikişer, ikişerlik" demek olan mesnevî aslı Arapça olduğu halde Arapçada kullanılmayan bir kelimedir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir. İki beyitten başlayarak 20-30 beyte kadar olan kısa mesnevîler yazıldığı gibi, mesnevî şekliyle binlerce beyit süre uzun hikâyeler, kitaplar da yazılmıştır. Mesnevîde beyitlerin ayrı ayrı kafiyeli olması yanında, her beytin anlamının kendi içinde tamamlanması ve öteki beyitleri geçmemesi de zorunludur. Beyitler arasında yalnızca konu birliğine dikkat edilmiştir.
Her beytin ayrı kafiyeli olması yüzünden mesnevîde büyük bir yazma kolaylığı vardır. Destanlar, uzun aşk hikâyeleri, şehr-engizler, öğretici dinî ve ahlâkî konuların hep mesnevî şeklinde yazılmaları bu yüzdendir. Bu tür büyük mesnevîler-de şöyle bir düzenleme görülür: Başta çoğunlukla kasîde şeklinde, tevhîd, münâcât, Hz. Peygamber ve Halifeler için söylenmiş na’tler, kitabın adına yazıldığı kişi adına bir övgü vardır. Sonra "Sebeb-i nazm-ı kitâb" başlığı altında eserin niçin yazıldığı anlatılır. Bu sebep genellikle ya Arap ve Acem’de çok işlenen bir konunun o zamana kadar Türkçe yazılmaması eksikliğinin giderilmesi, bir şair dostun ısrarı, ya da bir şairler toplantısında okunan tanınmış bir şairin eseri üzerinde başlayan bir tartışma sonundaki ısrarlı tekliflerdir. Şairler önce özür dilediklerini, böyle zor bir işi başarmağa güçlerinin yetmeyeceğini anlattıklarını, ama sürekli ısrarlar karşısında boyun eğip kabul ederek işe başladıklarını söylerler.
Sonda çoğunlukla kitabın bittiği tarih, bazen toplam beyit sayısı, yazıldığı yer bildirilir.
Mesnevî şairlerinin bir kısmı çoğunlukla Nizâmî’yi örnek alarak beş mesnevî yazıp Hamse meydana getirmişlerdir. Hamse’ye "Penç-genc" de denilmiştir. Mesnevîlerini altıya çıkarıp Sitte yapan şairler de olmuştur.
Eski edebiyatımızda kasîde ve özellikle gazele daha çok önem verildiğinden, gazel şairleri yalnız mesnevî yazanların şairliklerini hafife almış ve açıkça küçümsemişlerdir.
Mesnevinin tarihî gelişimi
Mesnevî nazım şekli İran edebiyatında doğmuş, buradan Arap ve Türk edebiyatlarına geçmiştir. Arap edebiyatına mesnevî Harun Reşid devrinde Âbân el-Lâhıkî(öm. 815)’nin Pehlevî dilinden çevirdiği Kelile ve Dimne eseriyle girmiştir. Aynı şairin başka çevirileri de vardır. Mesnevi, Arap edebiyatında daha çok Farsçadan yapılan çevirilerde kullanılmış, ayrıca öğrenilmesi ve ezberlenmesi istenilen konularda da bu şekle başvurulmuştur.
Devrin büyük şairlerinden Firdevsî (ölm. 1021 ?) daha önce yazılmış şehnamelerden ve halk arasında söylenegelen hikâyelerden de yararlanarak 60 bin beyitlik Şehnâme’sım yazarak Gazneli Sultan Mahmud’a sunmuş, ama Sultan kendisine söz verdiği, her beyit için bir altınlık ödülü vermeyince Firdevsî onu ağır sözlerle suçlayarak Bağdad’a kaçmıştır. Firdevsî’nin Şehname’si, İran destanlarının en tanınmışı olduğu gibi, dünyadaki bu tür birkaç büyük eserden de biri sayılır.
Türk edebiyatında mesnevî
Türk edebiyatında ilk uzun mesnevî XI. yüzyılda Yusuf Hâs Hâcib (ölm. 1077)’in Kutadgu Bilig "Kutlu olma bilgisi" adlı eseridir. Mütekârib bahrinin "Fa’ûlün fa’ûlün fa’ûlün fa’ûl" kalıbıyla 1069 yılında yazılmış olan bu eserde uygun yerlere dörtlükler sıkıştırılmış, sonuna da kasîde şeklinde parçalar eklenmiştir. 6645 beyit tutan bu büyük eser, başında bir münâcât, na’t ve eserin sunulduğu Tabgaç Buğra Han’a övgü ile başlar. Bu durumuyla eksiksiz bir mesnevî örneğidir. Kutadgu Bilig, Güntoğdu adlı bir hükümdarın Aytoldı adındaki veziri ve onun ölümünden sonra oğlunun bu bilge kişiyle değişik konulardaki konuşmalarından meydana gelmiştir. Yazar, eserinde hayat görüşünü, felsefî fikirlerini söylemiş, hikmet dolu sözlerle iyi bir hükümdarın nasıl olması, insanları nasıl yönetmesi gerektiğini, iyi bir vatandaş, dindar bir insanın davranışlarını anlatmış, insanlara doğru yol gösterecek, mutlu olmalarını sağlayacak öğütler vermiştir.
XIII. Yüzyılda Mevlânâ Celâleddin Rûmî (ölm. 1273)’nin, yazıldığı nazım şekliyle anılan 25618 beyitlik büyük eseri, Mesnevî-i Mânevi’s Farsça olduğu halde, Türk şairleri üzerinde yüzyıllar boyunca bıraktığı geniş etkisi bakımından sözü edilmeğe değer çok önemli bir eserdir. Mesnevî "fâilâtün fâilâtün fâ’ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Bu yüzyıl sonunda Şeyyâd Hamza’nm 1529 beyitlik Yûsuf u Züleyhâ mesnevîsi edebiyatımızın ilk aşk mesnevisidir. Sula (Suli) Fakîh’m 4800 beyitlik büyük Yûsuf u Züleyhâ mesnevîsi de Şeyyâd Hamza’nınki gibi "fâ’ilatün fâ’ilâtün fâ’ilün" vezniyle yazılmıştır.
Anadolu’da büyük mutasavvıf şair Yûnus Emre (ölm. I320-21)’nin Risâle-tü’n-nushiyye adlı eseri "mefâ’îlün mefâ’îlün fa’ûlün" vezniyle yazılmış ahlâkî ve öğretici, 573 beyitli küçük bir mesnevidir (yazılışı 1307). Eserin başında ayrı bir vezinde küçük bir mesnevî parçası ve bir nesir kısmı vardır. Gülşehrî’riın 1317’de Attâr’dan çevirdiği ve birçok eklemelerle zenginleştirdiği Mantıku’t-tayr mesnevîsi*83′ ile Âşık Paşa (ölm. 1332)’nın 12.000 beyitlik ve on bab üzerinde düzenlediği Aşık Paşa Divanı veya Maârifnâme diye anılan Garîbnâme’s’ı, Mevlânâ tarzında temsilî hikâyeler ve aralarına sıkıştırılmış gazellerle, ahlâkî, tasavvufî bir eserdir. Mesnevî gibi "fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün" vezniyle yazılmıştır.
Ahmedî (ölm. 1412), Firdevsî ve Nizâmî’den de yararlanarak Büyük İskender’in maceralarını 8.200 beyitle İskendernâme mesnevisinde anlatmış (yazılışı 1390) ve 4798 beyitle Cemşîd ü Hurşîd adlı aşk hikâyesini dile getirmiştir (yazılışı 1403). Emir Süleyman adına yazdığı Tervîhü’l-ervâh, 10.000 beyitten fazla tıbba dair bir mesnevidir. Mehmed’m 1398 yılında yazdığı ve Hümâ ve Ferruh adıyla da anılan 8702 beyitli büyük Işknâme’si bu adla yazılmış mesnevîlerin ilkidir.
XV. Yüzyıldan başlayarak mesnevî, Türk edebiyatında hızlı bir gelişme göstermiştir. Yüzyılın başında Ahtned-i Dâ’î, manzum ve mensur pek çok eser yanında, en çok 1406 yılında tamamladığı Çengnâme mesnevîsi ile tanınmıştır. Süleyman Çelebî (ölm. 1421-22)’nin 730 beyitlik Vesîletü’n-necât adını verdiği, yüzyılın en önemli eserlerinden biri olan Mevlid’ı (yazılışı 1409), yazılmış pek çok mevlid içinde en tanınmışı ve yüzyıllar boyunca en çok okunanı olmuştur. Zaman geçtikçe öteki mevlidlerden de parçalar katılarak değişikliğe uğrayan Süleyman Çelebi Mevlidinde Münâcât, Vilâdet, Risâlet, Mi’râc ve Rıhlet bölümleriyle Hz. Peygamber’in hayatı, peygamberliği ve ölümü içli, dokunaklı bir dille anlatılmıştır. Eser, bir du’â bölümüyle bitirilmiştir. Mevlid, "fâilâtün fâ’ilâtün ü’ilün" vezniyle yazılmıştır.
Yüzyılın büyük şairlerinden Germiyanlı Şeyhî {Ölm. 1428-1431 ?)’nin Genceli Nizâmî’den etkilenerek yazdığı "Mefâ’îlün mefâ’îlün fa’ûlün" vezninde, 6944 beyitlik büyük Hüsrev ü Şîrîn mesnevîsi Türkçe yazılmış Hüsrev ü Şî-rîn’lerin en tanınmışı olduğu gibi, Harnâme adındaki 126 beyitlik küçük mesnevisi de ilginç bir mizah ve sosyal hiciv eseridir.
1446 yılında yazılan Yazıcıoğlu Mehmed(öm. 1451)’in Muhammediyye’si, Mevlid gibi yüzyıllar boyu beğenilerek okunan ve sevilen eserlerden biri olmuştur.
Nevâ’î ile aynı yıllar¬da Anadolu’da bir hamse meydana getirmiştir: Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ vü Mecnûn, Kıyâfetnâme, Tuhfetü’l-uşşâk, Mevlid. Bunlardan 6241 beyitlik Yûsuf u Zü-leyhâ’sı(yazılışı 1492) ve Leylâ vü Mecnûn’u (yazılışı 1500, 4220 beyit) hamse içindeki en tanınmış mesnevîleridir. Sultan Bayezid II devri şairlerinden Hayatî, Nizamîye nazîre olarak Mahzenü’l-esrâr, Heft-peyker, İskendernâme mesnevilerini yazmıştır.
Çağatay edebiyatında ise büyük şair, pek çok eserin sahibi Ali Şîr Nevâ’î (ölm. 1501), hamseyi de aşarak altı mesneviyi bir araya getirmeyi başarmıştır. Bunlar Hayretü’l-ebrâr (yazılışı 1483), Ferhâd u Şîrîn (yazılışı 1484), Leylâ vü Mecnûn (yazılışı 1484 ?), Hikâye-i Behrârn u Gür (Seb’a-i Seyyare) (Yazılışı 1484), İskendernâme ve Mantıku’t-Tayr’a nazire olarak söylediği 3500 beyitlik Lisânü’t-tayr mesnevilerdir.
XVI. Yüzyılın bütün öteki nazım şekillerinde olduğu gibi mesnevîde de üstadı Fuzûlî (ölm. 1556)’dir. 440 beyitlik Beng ü Bâde adlı sembolik mesnevisinde afyonla şarabı karşılaştıran ve Boza, Nukl, Kebab, Kuşüzümü, Nebiz, Arak, Berş gibi yiyecek ve içecekleri şahıslandırarak bir macera içinde anlatan Fuzûlî, şarapla Şah İsmâ’il’i, afyonla da Osmanlı padişahı Sultan Bâyezîd’i anlatmak istemiştir. Fuzûlî, ayrıca divanı kadar sevilmiş ve okunmuş olan "Mef ‘ûlü Mefâ’ilün fa’ûlün" veznindeki 3036 beyitli Leylâ vü Mecnûn adlı mesnevîsiyle de yazılışı 1535) mesnevî edebiyatımıza bir şaheser kazandırmıştır. Her üç edebiyatta Fuzûlî’ye kadar ve ondan sonra da pek çok kez yazılmış olan bu hüzünlü aşk hikâyesi onun kaleminde başka bir değer kazanmış, Mecnûn’la Leylâ’nın da-okulda başlayan maddî aşkı, eserin sonunda ilâhî aşka dönüşmüştür. Fuzû-li’nin eseri Türkçe yazılan Leylâ ve Mecnûn hikâyelerinin en güzelidir. Meyveleri konuşturduğu Sohbetü’l-esmâr’ı da 200 beyitlik küçük bir mesnevîdir.
Yine bu yüzyıl şairlerinden Taşlıcalı Yahya Bey (ölm. 1582), müretteb büyük bir Divan’ı da olduğu halde daha çok mesnevî şairi olarak tanınmıştır. Yahya Bey, Gencîne-i Râz, Gülşen-i Envâr, Kitâb-ı Usûl, Şâh u Gedâ ve Yûsuf u Züleyhâ adlarındaki beş mesnevîsiyle bir hamse meydana getirmiştir. Gencîne-i Râz (yazılışı: 1540-41) 40 makaleden oluşan, 3.000 beyitli dini ve öğretici bir eserdir. Gülşen-i Envâr (yazılışı: 1551; 2.900 beyit) sultanlığın şartları, gafillerin terbiyesi, dünyaya bağlılığın zararları ve kanaatin yararları hakkında öğretici, eğitici bir eserdir
Mesnevîde bu yüzyılın en büyük şairi olarak Nâbî (ölm. 1712)’yi saymak gerekir. Hayriyye, Hayrâbâd ve Sûrnâme adlı mesnevîleriyle haklı bir ün kazanan Nâbî, Hayriyye’de (yazılışı: 1701) oğlu Ebü’l-hayr’a dürüst ve ahlâklı olmanın, hayatta başarı kazanmanın yollarını göstermiş, öğütler vermiştir. Bu arada eserde Nâbî’nin, yaşadığı devir ve değişik meslekler hakkındaki görüş ve düşüncelerini de görürüz. Hayrâbâd (yazılışı: 1705), Şeyh Attâr İlâhînâmesi’ndeki küçük bir hikâyenin genişletilerek yazıldığı bir mesnevidir. Nâbî, eseri Attâr’ın bitirdiği yerde bitirmemiş, sonuna birçok eklemeler yaparak ve uzatarak karışık bir hale getirmiştir. Bu yüzden de başta Şeyh Gâlib olmak üzere birçok kişinin eleştirisine uğramıştır. Sûrnâme mesnevîsî ise, 582 beyitli Sultan IV. Mehmed’in şehzadeleri ve kızı Hatice Sultan için 1675 yılında Edirne’de yapılan büyük düğünü anlatır. Nâbî, ayrıca kasîde konularında kısa mesnevî parçaları da söylemiştir. Divan’ında değişik kişiler için söylenmiş 10 medhiye mesnevîsi vardır.
XVIII. Yüzyılda mesnevî şairi olarak Nahîfî, Şeyh Gâlib, Sünbülzâde Vehbî ve Enderunlu Fâzıl belli başlı isimlerdir. Bu yüzyılda artık kullanılagelen eski ortak mesnevî konuları bırakılmış, yeni ve daha değişik konular ele alınmıştır. XVII. Yüzyılda başlayan bu hareket sürdürülerek, İran’dan alınan ve birçok kez yazılan hikâye konuları yerine daha güncel konular işlenmeğe başlanmış, az da olsa devrin bazı kurumları eleştirilmiştir. Yüzyılın ilk mesnevî şairi Nahifi (ölm. 1738) manzum ve mensur birçok eseri olduğu halde daha çok Mesnevî Tercümesi (yazılışı: 1730) ile ün kazanmıştır. Mevlânâ’nın altı ciltlik büyük eserini aynı vezinle beyit beyit Türkçeye aktarmakla hem çok büyük bir işi başarmış, hem de Türk edebiyatına büyük bir eser kazandırmıştır. Yüzyılın ve edebiyatımızın büyük şairi Şeyh Gâlib (ölm. 1738-99), Hüsn ü Aşk (yazılışı: 1783)’ıyla mesnevî edebiyatımızın en büyük eserlerinden birini vermiştir. Hüsn ü Aşk, hikâye¬nin kuruluşu bakımından Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u ve tasavvufu işleyişi bakımından da Hüsn ü Aşk mesnevîleriyle benzerlikler gösterir. Leylâ ve Mecnûn ile aynı vezinde yazılmıştır. 2101 beyitlik bu mesnevisinde Gâlib Dede, Hüsn, Aşk, Beni Mahabbet, Mekteb-i edeb, Molla-yı Cünûn, Sühan, İsmet, Hayret gibi soyut kavramlara kişilik vererek yepyeni bir aşk hikâyesi yaratmıştır. Tasavvufi anlamıyla aşk, sâlik; hüsn, aynı zamanda Cemâl-i Mutlak olan Tanrı’dır. Mekteb-i edeb, tekke; Molla-yı cünûn, Gayret, Sühan ise Aşk’a sülük yolunda yardımcı olan mürşid durumundadırlar. Aşk, sevgilisine kavuşmak için türlü zorluklar çeker, başından sayısız olaylar geçer. Gayret ve Sühan hep onun yanında ve yardımcısıdırlar; onu türlü tehlikelerden kurtarırlar. Aşk, sonunda Diyar-ı kalb’e varır ve sevgilisi olan Hüsn’e kavuşur. Böylece arada bir ikilik olmadığını anlar.
Gâlib Dede, eserinin sonunda söylediği,
Tarz-ı selefe tekaddüm etdim
Bir başka lügat tekellüm etdim
beytinde kendisinin de açıkladığı gibi, bu mesnevîde zamanına kadar yazılmış olan eski aşk hikâyelerinden ayrılmış, hikâye kahramanlarını soyut kavramlardan seçerek sembollerle tarikatte ilerlemenin güçlüklerini ve salikin fenâfillaha ancak bir mürşid yardımıyla erişebileceğini anlatmak istemiştir. Eser bir şair toplantısında Nâbî’nin Hâyrâbâd’ın aşırı derecede övülmesi ve ona nazîre bile yazılmayacağının söylenmesi üzerine yazılmıştır. Şeyh Gâlib, aralara sıkıştırdığı dört güzel tardiyye ile mesnevisine değişik bir hava vermiş, ayrıca ahenk ve değer kazandırmıştır.
XIX. Yüzyıl başında Tanzimat Edebiyatının başlamasından az önce yaşamış olan İzzet Molla (ölm. 1829) son mesnevî şairi olarak anılmağa değer. İzzet Molla’nın Mihnet-i Keşan ve Gülşen-i Aşk adlarında iki mesnevîsi vardır. Şair, ilk mesnevîsinde sürüldüğü Keşan’a giderken İstanbul’dan başlayarak uğradığı yerleri, yolda çektiği güçlükleri ve Keşan’da kaldığı sürede başından geçen olayları anlatır. İzzet Molla, bütün üzüntüsüne rağmen olaylara hep alaycı bir gözle bakmıştır. İkinci mesnevîsi Gülşen-i Aşk ise, Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk’ına nazîre olarak yazılmış, 290 beyitlik küçük, tasavvufi bir eserdir.
İzzet Molla, mesnevinin son şairi sayılır. Tanzimatın ilanıyla başlayan ve Batı edebiyatlarının etkisiyle gelişen Tanzimat edebiyatında mesnevî nazım şekli kullanılmamıştır.